8 Nisan 2010 Perşembe

ALTINOLUK – Kaz dağı - Şahinderesi – Tahtakuşlar



Trenle yolculuk etmeyi severim. Otobüslerin verdiği sıkıştırılmışlık hissi, kesif benzin kokusu içimi daraltır. Bir yandan motordan çıkan tekdüze gürültü, diğer yandan karayolunun değişmeyen çizgisi insanı serseme çevirir. En konforlu olduğu iddia edilenleri bile durmadan sarsılıp harfleri titreştirdiği için kitap okuyamam otobüste. Tren öyle değildir. İki yana doğru çok hafif bir salınımı vardır. Hareket ederken çıkardığı sesler tamamen kendine özgüdür. Müzik niyetine dinleyebilirsiniz. Rayların takırtısı, rüzgarın vagonlara dokunmasıyla duyulan uğultuya karışır, hafif sıçramalarla arada müziğin ritmi değişir gibi olur. Trende hareketsiz oturmaktan sıkılırsanız, kalkıp yemekli vagona kadar yürüyebilir, orada bir şeyler yiyip içerek kitabınızı okuyabilirsiniz.
Ankara'dan Balıkesir'e her zaman trenle giderim. Oradan iki-üç saat uzaklıktaki Altınoluk'a varmak için maalesef otobüse binmek zorunda kalırım. Altınoluk'un önce zeytin ağaçları, saçlarını savura savura, meraklı köy çocukları gibi, sizi karşılamak için, yolunuza çıkar. Kazdağı'nın çocuklarıdır onlar. Kazdağı'na bir zamanlar “canavarlar anası, bin pınarlı İda” demişler ama, bizim bildiğimiz betondan, çelikten yapılma canavarların anası değildir o. Zeytinler, çınarlar ve göknarların, onların dallarında yuva yapan sincapların, birbirinden alımlı ötücü ve yırtıcı kuşların, ayı, domuz, sırtlan, vaşak, kurt ve tilkilerin, tüm dünyada sadece Kazdağında yetişen şifalı otların ve çiçeklerin, yani binlerce canın anasıdır o. Denizi kirleten, zeytin ağaçlarını söken, ormanları ateşe veren canavarlarsa buralara sonradan gelmiştir. Kazdağı onları, onlar da Kazdağı'nı sevmez.
Altınoluk'un bir ucu dağın eteklerinde, bir ucu deniz kıyısındadır. İçinden Şahinderesi geçer. Şahinderesi, Kazdağı'nın tepelerinden gelir, adını verdiği kanyonun içinden geçip denize dökülür. Yukarılarda ürkütücü, geçit vermez, sarp kayalıkların arasında akan ve ulaşılmaz olan Şahinderesi, dağlı göçerler gibi, düze inince savunmasız kalır, durgunlaşır, suyu bulanıklaşır. Derenin denizle buluştuğu yerdeki küçük köprünün etrafında, sabah erken saatlerde yalıçapkınları uçuşur.
Altınoluk'un dağ eteklerine yaslanan ucunda, serin çınaraltı kahvelerinde oturup geleni geçeni güleryüzle seyreden sakinleri, deniz kıyısındaki uçta yazlık evlerde oturan tatilcilerden ayrı bir alemde gibidir. Tatilcilerin çoğu, buraların bir yaz mevsimini, bir de denizini (o da kıyısından kenarından) bilir. Dört mevsimin dördünde de ayrı bir efsane gibi yaşayan Kazdağı'na neden Kazdağı dendiğini bilmez, merak da etmezler.
Kaz, Altınoluk'un yakınındaki Tahtakuşlar Köyünde yaşayanlarca hala sürdürülen bir geleneğe göre kutsal bir kuştur. Sarıkız da bu kutsal kuşların ermiş çobanı. Adına adaklar sunulan Sarıkız, Kazdağı'nda “sır” olmuş, dağla bütünleşmiştir. Dağda yaşayan tüm canlıları koruyan dağın ölümsüz ruhudur. Her sene Kazdağı'nın zirvesi Karataş Tepesinde, Kazavlusu adı verilen taşlarla çevrili büyük alanda Sarıkız Hayırı adı verilen törenler yapılır, kaz çobanı Sarıkız anılır. Başlarında çiçekli oyalar işlenmiş yazmalarıyla kadınlar kazanlarla yemek pişirir, dağın tüm sakinlerini barındırıp beslemesini örnek alırcasına herkese ikramda bulunurlar. Sarıkızla ilgili efsaneler birbirinden farklı olsa da, ortak yönleri, yerleşik törelerle çatışan, özgürlüğüne düşkün, ele avuca sığmaz bir Sarıkızdan sözetmeleri... Sarıkız'ın aynı onun gibi yerleşik halkın töreleriyle çatışan göçerlerce kutsaması tesadüf olamaz elbette.
Tahtakuşlar Köyünde, bir zamanlar yörede yaşamış olanlardan geriye kalanları saklayan bir etnografya galerisi bulunur. Etnografya sözüne aldanmamak lazım, sadece insanların değil, doğanın da tarihine ve bugününe dair izlere rastlanabilir orada. Dağdan toplanıp şifalı çaylar kaynatılan otlara, rengini kök boyalardan alan dokumalara, tohumlardan, kuş tüylerinden, kemiklerden yapılmış takılara bakınca insanın tarihinin doğanın tarihinden koparılmadığı bir yerde olduğunuzu anlarsınız. Müzeyi kuran Alibey Kudar ve ailesinin söylediklerine göre, karanfil tohumlarından yapılmış kolyeyi eskiden evlenme çağındaki genç kadınlar takar, evlenecekleri kişiyi seçtiklerinde kolyeyi ona armağan ederlermiş. Zeytin çekirdeklerinden yapılmış kolye, barışı simgeliyormuş. Zeytin çiçeği esansında bekletilen bu kolye, tüm diğer takılar gibi aynı zamanda hem takı hem de güzel bir parfüm yerine geçiyor. Görünüşlerinin güzelliği kadar taşıdıkları anlam ve işlevler de önemli. “Ana kokusu” isimli kolye, küçük çocuğu olan kadınların kullandığı parfümlü bir takı. Kadınlar, çocuklarını bırakıp bir yere gidecekleri zaman, kolyeyi çocuğun boynuna takıyorlar, böylece annelerinden duymaya alışık oldukları bir çeşit parfüm kokusunu taşıyan bu kolyeden gelen kokuyu duyan çocuk, annesinin yakında olduğunu düşünüp ağlamıyormuş.
Kazdağlarında izine rastlayabileceğimiz, hala yaşatılan bir başka gelenek, ağaçlara kumaş parçaları bağlayarak dilek dileme geleneğidir. Ermiş sayılan kişilerin türbeleri civarında da gözlemlenen bu gelenek, Sarıkız'ın ve babası Cılbak Baba'nın türbelerinin Kazdağında olduğu inancına dayanır. Ağaç dallarına bağlanan renk renk kumaş parçalarının her biri, çok istenen, özlenen şeylerin ifadesidir. Belli ki dualar okuyarak, dileğin gerçekleşmesine aracı olacak ermişlere yalvararak bağlanmıştır her düğüm. Bir hastanın iyileşmesini, evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı dileyen, isteklerine kavuşmak için de böyle saf yürekli ve kimseye zararı olmayan yollara başvuranların, sıradan, masum dilekleri ağaç dallarında yazısız mektuplar gibi uçuşup durur.
Altınoluk'un deniz kıyısına inince yöre sakinlerinden, kumlu çakıllı toprakta yetişmiş, her sene tuzlu da olsa meyve veren iğde ağacını, balıkçı teknelerini takip etmedikleri zamanlarda çatılara tüneyen gümüş martıları, Eylülde bile hala çığlıklar atarak ortalıkta dolaşan kırlangıçları selamlamadan geçmeyin Deniz, kalabalığın terkettiği kış mevsiminde sert rüzgarları kıyıya taşır. Soğuk ve nemli rüzgar, kıyıdaki yazlık evlerin yüzünü tırmalar, duvarların sıvasını döker. Bütün yaz tatilcilerin gürültüleriyle, çöpleriyle taciz ettikleri deniz kıyısı kendi haline bırakılmıştır artık. Şimdi lokantaya dönüştürülmüş ahşap bir balıkçı barınağında sobanın yanında ısınarak sıcak bir şeyler yiyip içmenin tam zamanıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder