23 Mayıs 2010 Pazar

Duygusuzlar Cehennemi: Equilibrium



Equilibrium, zamanında hakettiği popülerliğe ulaşamamış bir film. (Yapım yılı 2002, Yönetmen Kurt Wimmer, Oyn. Christian Bale, Emily Watson, Taye Diggs) Geçenlerde dvd'den seyrettiğim bu film, ne yazık ki Matrix'in 2. ve 3. bölümlerinin gölgesinde kalmış.

Equilibrium'un çizdiği dünyada, duygusallık ya da duyularla algılanabilecek, arzulanan, zevk veren her şey yasaklanmış: kitaplar, filmler, resim ve fotograflar, heykel ve biblolar, canlı renkleri olan nesneler, giysiler, müzik, parfümler, evcil hayvanlar...Bunları gizlice bulunduranlar, kullananlar, şiddetle cezalandırılıyor. Duygusal tepkiler göstermek, örneğin kahakaha atmak, ağlamak, bağırıp çağırmak yasak. Yasaklara uymayanlar, “duygu saldırganı” olarak adlandırılıyor ve yakılarak öldürülüyor. Hatta dışarıdaki gün batımı manzarasını görmemek için pencereleri bile opak bir kağıtla kaplıyorlar. Eşyalar ağır, koyu renkli, kaba ve işlevsel. Bunlar yetmiyor, bir de her sabah bir ilaç alarak duygularını ve içsel dürtülerini baskılıyorlar. Evlilik, çocuk yetiştirmek için yapılıyor, bunun dışında cinsellik, duygusal ilişkiler tabii ki yok. Bu dünyayı elbette ataerkil bir zihniyet yönetiyor ve yöneticilere Gramaton Rahipleri adı veriliyor. Rahipler şiddet kullanma yetkisine sahip ve ateşli silahlarla yapılan bir tür savaş sanatı geliştirmişler. Her gün uzakdoğu savaş sanatlarına benzeyen çalışmalar yapıyorlar ve zaman zaman düzenledikleri baskınlarla, sistemi değiştirmeye çalışan “duygu saldırganlarını” yakalayıp kitap, cd, resim, ne bulurlarsa yakıyorlar. Örneğin bir gurup kadın ve çocuğun gizlice beslediği hayvanları bulduklarında öldürüyorlar. Akla hemen bugün Türkiye'de ve bütün dünyada şehir sokaklarındaki hayvanlara uygulanan aşağılık katliamlar geliyor. Gramatonlara soracak olursanız, hayvanların hastalık taşımaktan başka bir özellikleri yok. Hiçbir varlığı sevmiyor, şefkat duymuyorlar. Tıpkı bugünkü modern insanların çoğu gibi. Soğukkanlılıkla öldürüyor, bunu mantığa uygun açıklamasını da yapıyorlar.


Bunca zapturraptın gerekçesi, zevk veren estetik nesnelerin ve yaşantıların ve duygusallığın insanları sonunda birbirlerine şiddet göstermeye ve savaşmaya yöneltmesi olarak açıklanıyor. Equilibrium'u yönetenlere göre, insanlar ancak tüm estetik varlıklar ve duygusallık yok edilirse barış içinde yaşayabilir. İyi de, böyle bir barışı kim ister? Tabii Gramatonlar bunu umursamıyorlar.

Bu filmde gösterilen dünyanın bir yandan kapalı, tutucu geleneksel yaşayışa, bir yandan da modern kamusal hayata çok benzediğini görmemek imkansız.

Kilisenin egemen olduğu Ortaçağ Avrupa'sındaki ve bugünkü İran'daki düzenler, tutucu geleneksel yaşayışa örnek olabilir. Belirli dini kuralların geçerli olduğu her iki düzende de duyumsallığa veya estetiğe ilişkin herşey, kamusal alandan dışlanmış durumda. Bu yaşama düzeni, asetism olarak adlandırılıyor. Kadınlar ve erkekler karşı cinse çekici gelebilecek, onlarda estetik duygulanımlar yaratacak doğal özelliklerini özel bir giyim tarzıyla saklamak zorundalar. Asetik yaşayışta pek çok şey yasaklı olmak zorunda, insanlar kendilerini “dünya zevklerine” kaptırmamak için, mümkün olduğu kadar sade bir yaşam sürdürüyor, yeme içme, giyim, ev düzeni konusunda katı kurallara uyuluyor. İşi iyice abartanlar, dünya zevklerinden tamamen uzaklaşmak için manastırlara kapanıyorlar. Örneğin gülmeyi bile günah sayan inanışlar geçmişte insanlar üzerinde etkili olmuş. Ortaçağda bazı hristiyan sektleri, “İsa hayatı boyunca kahkaha atarak gülmemiştir, öyleyse gülmek günahtır.” gibi inanışlara sahipti. Belki bunların etkisiyle, Anadolu'da da benzeri inanışlar vardır, gülmeyi ayıp veya günah sayanlar, ağızlarını örterek, fazla ses çıkarmadan gülerler. Özellikle kadınların kamuya açık bir yerde kahkaha atarak gülmesi, onların saygınlığını zedeleyen bir şey olarak görülür.

Modern yaşam, özellikle 19. yy.'da ve 20. yüzyılın ilk yarısında, akılcılığın ve işlevselliğin yüceltildiği, duyum ve duygularla ilgili hemen hemen her şeyin kamusal alandan özel alana, "yüksek" kültürden "aşağı" kültür alanına itildiği bir yaşam tarzı olageldi. Çünkü kamuya açık alan, üretimin ve yönetimin egemen olduğu alandır. Üretim ve yönetim, ya da iş ve politika dünyası, duygusallığı ve duyumsallığı reddeden alanlardır. Giyim, dekorasyon, davranış ve konuşma tarzımız, mutlaka duyumsallığı dışlamalı, akılcı ve işlevsel olmalıdır. Bunun en belirgin göstergesi renklerdir. Gri, bej, lacivert, koyu kahve gibi duyuları uyarmayan, renk bile olduğu söylenemeyecek renkler, kamusal hayata egemendir. Çevrede görebileceğiniz istisnalar sadece sizi tüketime yöneltmek üzere tasarlanmış, reklam ve vitrin düzenlemeleri veya kadınlarla çocuklara (özel hayata) ilişkin şeylerdir. Kadınlarla çocukların kamusal hayata katılması zaten sınırlandırılmıştır, onlara belirli özel yerler ayrılmıştır. Kadınlar iş yaşamına katıldığındaysa, duyumsallığa ve duygusallığa ilişkin özelliklerini bir yana bırakmaları, akılcılık ve işlevselliğin gerektirdiği şekilde giyinip davranmaları beklenir. İş hayatı duyumsallığı dışladığı için insanların yaşadığı duygusal boşluk ve sıkıntı, özel alana müdahele eden eğlence ve hizmet sektörünce doldurulmaya çalışılır.

1960'larda ABD ve Avrupa'da başlayan“kültür devrimi” modernist yaşam tarzını duyumsallığı dışladığı için eleştirdi, estetik yaşantıya ilişkin baskıları ortadan kaldırmayı önerdi. 1950'lere kadar egemen olan ağırbaşlı, akılcı, gri kültür, hippiler ya da kendilerini adlandırdıkları isimle, “çiçek çocuklar”ın renkli saldırısına uğradı. Bu “kültür devrimi” çiçek çocukların umduğu kadar başarılı olamadıysa da sanat, mimari ve tasarım alanında etkileri görüldü. Belirli sınırlar içinde de olsa, katı kurallara bağlı olmayan, daha naif, duyumsal ve renkli tarzlar kabul görmeye başladı.

Equilibrium filmine geri dönecek olursak, bugün kamusal hayatımızda bu filmde gördüklerimizi andıran bir şeyler var, öyleyse bazı şeyler yanlış ve değişmek zorunda. Estetiği ve duyguları dışlayan bir yaşam tarzının insanlara barış ve huzur getirmesi pek de mümkün görünmüyor.