15 Mayıs 2013 Çarşamba

Gregory Bateson ve Zihinsel Ekoloji





Bateson 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden olmasının yanında aynı zamanda biyolog, ekoloji, antropoloji, sibernetik ve aile terapisi konusunda uzmandı. Ekoloji konusunda, insanların hassas ekositemlere zarar verecek şekilde hareket ettiğini, çünkü doğal sistemlerle kendi hayatımız arasındaki bağıntılı varoluşu göremediğimizi söyledi. Zihinsel Ekoloji adlı kitabında, kültürel ve dilsel bakımdan zihnimizin doğadan ayrı ve kopuk olduğuna şartlandırılsak da, aslında ikisinin bir bütünlük oluşturduğunu ortaya koydu.
Gregory Bateson, tek taraflı ve sadece maddi birikimi arttırmayı amaçlayan düşünce ve eylem biçimlerinden vazgeçilmezse, günümüz uygarlığının kendi kendisini yok edeceğine inanıyordu. Ekolojik dengeyi korumak ve toplumsal dengesizliklere çözüm getirmek, büyüme ekonomisi anlayışıyla mümkün değildi. Büyüme ekonomisi anlayışının dayandığı, insanın doğayla ve başka insanlarla düşmanca bir çelişki içinde olduğu algısı, dar ve kısa vadeli bir görüş açısının ifadesiydi. Bunun yerine tüm varlıklar arasındaki karşılıklı bağıntıya dayalı ilişkileri dikkate alan bir düşünme ve davranış biçimi yerleştirilmeliydi.
Bateson “zihin” kavramını bir fikirler toplamı olarak tanımlıyordu. Zihin ekolojisi, fikirlerin ekolojisiydi. İnsanların ilişkileri belirli bir zihinsel ekolojik sisteme işaret ediyordu ve bu da daha geniş bir ekosistemin bir parçasıydı. Başka bir deyişle, zihnin dünyası tenle sınırlı değildi. Bu yüzden zihnin hayatta kalması da tenin hayatta kalmasından bağımsız olarak – kitaplar ya da sanat eserleri yoluyla mümkündü.
Bateson’un zihni incelerken ortaya koyduğu ve “sibernetik epistemoloji” olarak adlandırdığı yaklaşıma göre, bireysel zihinler sadece bedenin doğal bir parçası değil, aynı zamanda bedenin dışındaki iletişim yollarından ve mesajlardan oluşan sistemin de doğal bir parçasıdır. Bireysel zihin, daha büyük bir Zihnin alt sistemi olarak varolur. Sözkonusu büyük Zihinse, karşılıklı bağlantılardan oluşan toplumsal sistemin ve gezegen ekolojisinin bir parçasıdır.
Freud pskolojisinin zihin kavramını bedendeki iletişim sistemini (kalp kaslarının hareketi ve solunum gibi iradeye bağlı olmayan süreçleri, alışkanlıkları ve bilinçaltını) içerecek şekilde içe doğru genişletmesine benzer şekilde, Bateson da zihni dışa doğru genişletiyordu. Bu da, kişileri zihnin daha büyük bir bütünlüğün parçası olduğunu bilmekten kaynaklanan değer ve mutluluk duygusuyla dengelenmiş bir alçakgönüllülüğe ulaştırabilirdi.
Bateson’a göre insan büyük Zihni sadece kendisine özgü olarak görürse, geri kalan tüm varlıkları zihinsellikten yoksun olarak görür, kendisinden ayrı ve bağıntısız olarak algılar ve etik değer vermeye layık görmez, böylece tüm diğer varlıklar sömürülebilir. Bu bakış açısına göre, Darwin’in sözünü ettiği doğal seçilimde “hayatta kalan birim”, diğer türlerden, ırklardan veya sosyal gruplardan oluşan çevreye karşı sadece belirli bir grup insan ve türdeşleri olacaktır. Eğer bakış açınız böyleyken bir de elinizde güçlü teknolojik araçlar varsa, aslında hayatta kalma şansınız olamaz. Ya düşmanca tutumunuzun zehirli “yan ürünleri” yüzünden ya da nüfus fazlalığından ve kıtlıktan ölürsünüz. Bu yüzden “çevreye karşı hayatta kalan birim” anlayışı, “çevresi ile birlikte hayatta kalan birim” anlayışıyla yer değiştirmelidir.
Bateson dünyanın kaynaklarının insan nüfusunun artışına göre sınırlı olduğunu öne sürüyor. Bu noktada Bateson’un nüfus artışından başka etkenlerle, insan eliyle yaratılan yapay kıtlığı yeterince vurgulamadığı söylenebilir. Kaynakların doğal yenilenebilirlik hızının tüketim hızına erişemediği durumlar da gözlemlenebilir ancak, sözü geçen “ben ve başkaları” inancından güç alan ve kendisini “çevresine karşı hayatta kalma birimi”  sayan öznelerce maddi çıkar sağlamak amacıyla yapılan etkinliklerin yol açtığı kıtlığa da dikkat çekmek gerekir. Örneğin dünya piyasasında gıda fiyatlarını kontrol etmek amacıyla yapılan spekülasyonlar, endüstri ve ulaşıma ilişkin seçimlerin neden olduğu küresel ısınmayla dengesizleşen iklim koşulları, gıda üretimini etkiliyor. Sonuçta gıda piyasasında kıtlık ve krizler kaçınılmaz oluyor. İnsanların nüfus çokluğu ve kaynak kıtlığından önce insan eliyle yaratılan etkenler yüzünden yokolması daha büyük bir olasılık gibi görünüyor. 1990’larda ABD’de 30 milyon kişi sağlıklı beslenemiyordu ve çocukların % 8,5’i açlık sınırında yaşıyordu. Bunu ABD’de yeterli kaynak ve üretim olmamasıyla açıklamak zor görünüyor.
“Kıt kaynaklara sahip çevre ve hayatta kalmaya çalışan insan” anlayışı, öncelikle Bateson’un kendi bakış açısıyla uyuşmuyor. Çevredeki kaynakların kıtlığı ya da bolluğu konusunda tüm doğal kaynaklar için tek bir yargıya varılamayacağı gibi, bu konuda ancak “çevresiye birlikte insan” anlayışıyla değerlendirme yapılırsa doğru sonuca ulaşılabilir.
Bateson, kendisi de dahil olmak üzere çoğumuzun, benliğini içinde yaşadığı ekosistemden ayrılmış ve kendi içinde de zeka/duygu, zihin/beden gibi karşıt bölümlere sahipmiş gibi algılayan anlayıştan kurtulmamız gerektiğini dile getiriyordu. Çünkü  gerçekten de çevresine "karşı" savaşı “kazanan” varlık, aynı anda yaşama şansını kaybeder.