Zihinsel Ekoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zihinsel Ekoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Gregory Bateson ve Zihinsel Ekoloji





Bateson 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden olmasının yanında aynı zamanda biyolog, ekoloji, antropoloji, sibernetik ve aile terapisi konusunda uzmandı. Ekoloji konusunda, insanların hassas ekositemlere zarar verecek şekilde hareket ettiğini, çünkü doğal sistemlerle kendi hayatımız arasındaki bağıntılı varoluşu göremediğimizi söyledi. Zihinsel Ekoloji adlı kitabında, kültürel ve dilsel bakımdan zihnimizin doğadan ayrı ve kopuk olduğuna şartlandırılsak da, aslında ikisinin bir bütünlük oluşturduğunu ortaya koydu.
Gregory Bateson, tek taraflı ve sadece maddi birikimi arttırmayı amaçlayan düşünce ve eylem biçimlerinden vazgeçilmezse, günümüz uygarlığının kendi kendisini yok edeceğine inanıyordu. Ekolojik dengeyi korumak ve toplumsal dengesizliklere çözüm getirmek, büyüme ekonomisi anlayışıyla mümkün değildi. Büyüme ekonomisi anlayışının dayandığı, insanın doğayla ve başka insanlarla düşmanca bir çelişki içinde olduğu algısı, dar ve kısa vadeli bir görüş açısının ifadesiydi. Bunun yerine tüm varlıklar arasındaki karşılıklı bağıntıya dayalı ilişkileri dikkate alan bir düşünme ve davranış biçimi yerleştirilmeliydi.
Bateson “zihin” kavramını bir fikirler toplamı olarak tanımlıyordu. Zihin ekolojisi, fikirlerin ekolojisiydi. İnsanların ilişkileri belirli bir zihinsel ekolojik sisteme işaret ediyordu ve bu da daha geniş bir ekosistemin bir parçasıydı. Başka bir deyişle, zihnin dünyası tenle sınırlı değildi. Bu yüzden zihnin hayatta kalması da tenin hayatta kalmasından bağımsız olarak – kitaplar ya da sanat eserleri yoluyla mümkündü.
Bateson’un zihni incelerken ortaya koyduğu ve “sibernetik epistemoloji” olarak adlandırdığı yaklaşıma göre, bireysel zihinler sadece bedenin doğal bir parçası değil, aynı zamanda bedenin dışındaki iletişim yollarından ve mesajlardan oluşan sistemin de doğal bir parçasıdır. Bireysel zihin, daha büyük bir Zihnin alt sistemi olarak varolur. Sözkonusu büyük Zihinse, karşılıklı bağlantılardan oluşan toplumsal sistemin ve gezegen ekolojisinin bir parçasıdır.
Freud pskolojisinin zihin kavramını bedendeki iletişim sistemini (kalp kaslarının hareketi ve solunum gibi iradeye bağlı olmayan süreçleri, alışkanlıkları ve bilinçaltını) içerecek şekilde içe doğru genişletmesine benzer şekilde, Bateson da zihni dışa doğru genişletiyordu. Bu da, kişileri zihnin daha büyük bir bütünlüğün parçası olduğunu bilmekten kaynaklanan değer ve mutluluk duygusuyla dengelenmiş bir alçakgönüllülüğe ulaştırabilirdi.
Bateson’a göre insan büyük Zihni sadece kendisine özgü olarak görürse, geri kalan tüm varlıkları zihinsellikten yoksun olarak görür, kendisinden ayrı ve bağıntısız olarak algılar ve etik değer vermeye layık görmez, böylece tüm diğer varlıklar sömürülebilir. Bu bakış açısına göre, Darwin’in sözünü ettiği doğal seçilimde “hayatta kalan birim”, diğer türlerden, ırklardan veya sosyal gruplardan oluşan çevreye karşı sadece belirli bir grup insan ve türdeşleri olacaktır. Eğer bakış açınız böyleyken bir de elinizde güçlü teknolojik araçlar varsa, aslında hayatta kalma şansınız olamaz. Ya düşmanca tutumunuzun zehirli “yan ürünleri” yüzünden ya da nüfus fazlalığından ve kıtlıktan ölürsünüz. Bu yüzden “çevreye karşı hayatta kalan birim” anlayışı, “çevresi ile birlikte hayatta kalan birim” anlayışıyla yer değiştirmelidir.
Bateson dünyanın kaynaklarının insan nüfusunun artışına göre sınırlı olduğunu öne sürüyor. Bu noktada Bateson’un nüfus artışından başka etkenlerle, insan eliyle yaratılan yapay kıtlığı yeterince vurgulamadığı söylenebilir. Kaynakların doğal yenilenebilirlik hızının tüketim hızına erişemediği durumlar da gözlemlenebilir ancak, sözü geçen “ben ve başkaları” inancından güç alan ve kendisini “çevresine karşı hayatta kalma birimi”  sayan öznelerce maddi çıkar sağlamak amacıyla yapılan etkinliklerin yol açtığı kıtlığa da dikkat çekmek gerekir. Örneğin dünya piyasasında gıda fiyatlarını kontrol etmek amacıyla yapılan spekülasyonlar, endüstri ve ulaşıma ilişkin seçimlerin neden olduğu küresel ısınmayla dengesizleşen iklim koşulları, gıda üretimini etkiliyor. Sonuçta gıda piyasasında kıtlık ve krizler kaçınılmaz oluyor. İnsanların nüfus çokluğu ve kaynak kıtlığından önce insan eliyle yaratılan etkenler yüzünden yokolması daha büyük bir olasılık gibi görünüyor. 1990’larda ABD’de 30 milyon kişi sağlıklı beslenemiyordu ve çocukların % 8,5’i açlık sınırında yaşıyordu. Bunu ABD’de yeterli kaynak ve üretim olmamasıyla açıklamak zor görünüyor.
“Kıt kaynaklara sahip çevre ve hayatta kalmaya çalışan insan” anlayışı, öncelikle Bateson’un kendi bakış açısıyla uyuşmuyor. Çevredeki kaynakların kıtlığı ya da bolluğu konusunda tüm doğal kaynaklar için tek bir yargıya varılamayacağı gibi, bu konuda ancak “çevresiye birlikte insan” anlayışıyla değerlendirme yapılırsa doğru sonuca ulaşılabilir.
Bateson, kendisi de dahil olmak üzere çoğumuzun, benliğini içinde yaşadığı ekosistemden ayrılmış ve kendi içinde de zeka/duygu, zihin/beden gibi karşıt bölümlere sahipmiş gibi algılayan anlayıştan kurtulmamız gerektiğini dile getiriyordu. Çünkü  gerçekten de çevresine "karşı" savaşı “kazanan” varlık, aynı anda yaşama şansını kaybeder.




16 Ocak 2013 Çarşamba

LAO TZU’NUN İÇTENLİĞİ

Lao-Tzu sürgüne giderken Tao Te Ching kitabının yazılışına dair efsane – Bertolt Brecht

Yaşı yetmişi bulup yorulunca usta
huzurlu bir köşeye çekilme zamanı gelmişti
Ülkesinde iyinin gücü yine azalınca
Kötülük yeniden güçlenmişti
O da ayakkabısını giydi

Fazla değil, bir kaç gerekli şey aldı yanına,
yükte hafif, pahada ağır.
Hep okuduğu kitap, geceleri tüttürdüğü çubukla,
ekmek, yolda yetecek kadar.

Vadisine hayranlıkla baktı ve unuttu
döner dönmez dağ yoluna
Öküzü taze çimenleri afiyetle çiğniyordu
ustayı taşırken sırtında
memnun, acelesi olmayınca.

Dört gün sürdü yolculuk, sınıra geldiler
Gümrük memuru karşılarına dikildi.
“Var mı değerli şeyler?”
Öküzü süren çocuk “Kendisi öğretmendi,” dedi.
Yani yoktu hiç bir şeyi.

Gümrükçünün keyfi yerinde,
tekrar sordu: “Ne bilirdi peki?”
Çocuk cevap verdi: “Sakin ve yumuşak suyun zaman içinde
sert kayaları nasıl aşındırdığını öğrendi.
Yani sertliğin yenildiğini…”

Sonra çocuk çekiştirdi öküzün yularını
Acele etmeliydi, akşam oluyordu.
uzaklaşırlarken geçip göknar ağacını
Gümrükçü birden huzursuz oldu,
seslendi: “Heeey! Durun!”

“Ne demiştiniz su hakkında?”
Usta durdu: “Merak mı ettin?”
Adam cevap verdi: “Önemli biri değilim ama
kim kimi yener madem bilirsin
söyle o zaman, ne öğrendin.”

“Ya da yaz, çocuğa yazdır en iyisi.
Sen gidersen kimden öğreniriz? 
Ben veririm mürekkebi, kalemi.
Evim şurası, yemeği birlikte yeriz.
Anlaştık mı? Gelin hadi!”

Usta dönüp adama baktı.
Kazananlardan değildi karşısındaki
Gömleği eski, ayakları çıplak, buruşuk alnı …
Yavaşça “Sen de mi?” dedi.

Dostça bir ricayı geri çevirmek
Yaşlı kalbine göre değildi.
Usta dedi ki “Soru sorana cevap vermek gerek.”
Çocuk ekledi: “Üstelik hava da serinledi.”
“Öyleyse, burada mola vermeli.”

Zar zor indi öküzden
Yedi gün boyunca yazdılar
Gümrükçü onlara yemek getirirken
bu hoşgörüye şaşırmıştı kaçakçılar
sonunda bitti yazılacaklar

Çocuk bir sabah erken, yazdıklarını verdi –
seksen bir deyişti tamı tamına
İkisi de adama teşekkür etti
Göknarı geçip tırmandılar taşlı yola
Bu devirde kim böyle dostça davranır insana?

Ama sadece adı kitapta açıkça yazılı
Lao Tzu’ya gitmesin övgüler
Çünkü bilgenin hikmeti açığa çıkarılmalı
bu yüzden gümrükçü de övgüyü hakeder
onun çağrısı da saygıya değer.


Lao Tzu’nun Tao Te Ching’i yazdığı zaman, bir öğretmen olarak hizmet ettiği Zhou krallığının yıkıldığı, eski değerlerin geçersizleştiği, Konfüçyüsçü ahlakçılığın etkisiz kaldığı bir çözülme dönemiydi. Kendisinin Tao Te Ching’i sürgün yolunda ülke sınırını geçerken bir gümrükçünün isteği üzerine yazdığına ilişkin efsane, şair ve oyun yazarı Bertolt Brecht’e esin kaynağı olmuş.
Lao Tse’nin yaşadığı dönemde geçerli olan Konfüçyüsçü ahlakçılık, ona göre çözülme devrinin bir yansımasıydı. Konfüçyüsçü ahlak anlayışına uyan kişiler, kendiliğinden, içten gelen bir eylemle başkalarının haklarını gözeten ve dostça davranış şeklini benimseyemiyor, yapay bir “erdemli olma” ideolojisi ile hareket ediyorlardı. (Benzer bir ideolojiyi Helenistik dönem filozoflarında da görüyoruz.) Tao Te Ching’in 18 ve 19. deyişlerinde, “yolunu şaşıranların” görev, erdem, kutsallık gibi kavramlara sığındığı, duygusal ve düşünsel bakımdan karşılıklı anlayışa dayalı ilişkiler bozulunca, özellikle (ataerkil) aileye sadakat ve saygı kavramlarının ortaya çıktığı, halkların yozlaşma ve çöküş içinde yaşadığı zamanlarda milliyetçilik ve vatanseverliğin icad edildiği dile getirilir.
Gerçekten de bu tür kavramlar kendi zıtlarının varlığına gönderme yapmadan düşünülemez ve anlaşılamaz. Bir arada yaşamanın temelleri yavaş yavaş ortadan kalkıyorsa, insanlar arasında anlayışsızlık, hak tanımazlık, bencillik ve aldatma hüküm sürer. O zaman Konfüçyüsçüler gibi ahlakçılar çıkıp görev ve ödevlerden, dürüstlük ve hakkaniyetten sözetmeye başlarlar. Ancak sözü edilen “dürüst” ve başkalarına karşı görevlerini yerine getirmeye yönelik eylem biçimleri, içtenlik taşımadığı için kendiliğinden değil zorlama olarak yapılan, göstermelik eylemler olarak kalırlar.
Ataerkil aile ve toplum düzeni içinde baskıcı, bencil ve ötekini anlamayan ana-baba-evlat ya da üst-ast ilişkileri gözardı edilirse Konfüçyüsçülerin sözettiği “saygı” dan ne kastedildiği tam olarak anlaşılamaz. Bu saygı anlayışında bir çatışma ve ötekileştirme, aynı zamanda da ikiyüzlülük gizlidir.
“Alçakların son sığınağı milliyetçiliktir.” diyen Bernard Shaw’dan yüzyıllar önce, milliyetçiliğin hangi koşullarda ortaya çıktığını dile getiren Tao Te Ching’i doğrulayacak pek çok örneği tarihte bulmak mümkün.
Tao Te Ching’in yazılışı, tarih bilimi bakımından tek kişiye mal edilemez. Ancak yukarıda anlatılan öykü, her ne kadar bir efsane olsa da, gerçeklik payı taşır. Bu öyküde dikkate değer olansa, bildiğini kendine saklamayan ustanın, sürgüne gitmekte olsa da ardında kalan, bilme isteği taşıyanları düşünüp Tao Te Ching’i yazması. Bu, Walter Benjamin’in de konuyla ilgili yazısında değindiği gibi, içten gelen bir dostça davranış ve diğerkamlık örneği.

7 Ocak 2012 Cumartesi

ANTİK FELSEFEDE UYGULAMA VE DOĞU ÖĞRETİLERİYLE KARŞILAŞTIRILMASI



Uygulama
Uygulama, bir dünya görüşüne ya da düşünce sistemine uygun olarak belirli bir yaşayış, davranış ve hareket tarzını benimsemek ve böylece o dünya görüşünü ya da düşünce sistemini hayata yansıtmak anlamında kullanılmaktadır. Bu amaçla benimsenen yaşama biçimleri, davranışlar, sürdürülen alışkanlıklar, geleneksel ya da törensel her türlü edimler, eylemler, hareketler uygulamanın bir parçasıdır.



Yaşayış Tarzı ve “Tinsel Egzersiz” Olarak Uygulama

Felsefe tarihçisi ve filozof Pierre Hadot, ilkçağda Antik Yunan ve Romalı filozofların sadece bazı teoriler ve düşünce sistemleri kurmakla kalmayıp, felsefeyi hayata uygulanacak bir çalışma ya da “egzersiz” alanı olarak gördüklerini söylüyor. Antik filozofların temel amaçları, bireyin bu dünyayı algılayış ve oluş tarzını dönüştürerek mutluluğu bulmasını sağlamaktı (Hadot, 1995, s. 83).

Tinsel Egzersizler

Hadot, “Bir Yaşam Biçimi Olarak Felsefe: Sokrates'ten Foucault'ya tinsel Egzersizler” adlı kitabında incelediği “tinsel egzersiz” kavramını “egzersizleri uygulayan öznede bir değişim ve dönüşüm yaratacak uygulamalar” olarak tanımlıyor.
Antik Yunan'da uygulanan tinsel egzersiz geleneği, Hristiyan geleneğinde de, Ignatio of Loyola'nın “Exercitia Spiritiualia” adlı kitabında da görüleceği gibi, bir ölçüde sürdürüldü.
Philo of Alexandria bu egzersizlerin bir listesini veriyor ve günümüzde felsefe çalışanların kullanmaya devam ettikleri okuma, dinleme, araştırma gibi etkinliklerin yanında dikkat-farkındalık (prosoche), meditasyon ve kendine hakimiyet (enkrateia) egzersizleri dikkat çekiyor.
Dikkat-farkındalık (prosoche), karar verme yeteneğini hiç bir zaman yitirmemek için gerekli görülüyordu. Stoacıların etik ilkelere uygun bir hayat sürebilmek için kabul ettiği temel ilke, değiştirmeyi başarabileceğimiz şeyler olan görüşlerimiz, dürtülerimiz, arzuladıklarımız ve kaçındıklarımız gibi irademize bağlı şeylerle, bedensellik, sahip olduklarımız, itibarımız gibi sadece bireysel irademize bağlı olmayan şeyleri birbirinden ayırdedebilmekti (Epictetus, The Encheiridion – El kitabı). Bu ilkeyi gündelik hayatta uygulayabilmek için, nelerin sadece bizim eylemlerimize bağlı olduğuna karar verebilmek gerekliydi. Bunun için de şimdi ve burada olana dikkat etmek ve odaklanmak gerekiyordu. Bu, filozofun her davranışını bilinçli olarak yapması, kendi kendinin bilincinde olması anlamına geliyordu (Hadot 1995, s. 84-85). Gerçekten de Marcus Aurelius “Düşünceler” adlı kitabında, her an ölmemiz mümkün olduğu için, insanın hayatındaki her hareketini sanki ölmeden önceki son hareketi gibi yapmasını öğütlüyor. Aynı zamanda, başkalarının zihninde neler olup bittiğini merak etmek yerine, kendi zihnimizi gözlemlemenin, mutsuz olmamızı engelleyeceğini söylüyor. Ayrıca, ona göre şimdiki zaman, bir insanın sahip olduğu tek zamandır, çünkü geçmiş ve geleceği sadece eylemlerimizle değiştirmek elimizde değildir (Thoughts of Marcus Aurelius, II. Kitap, 5. 8. 11. ve 14. Bölüm).
Stoacılar, premeditatio malorum egzersiziyle yoksulluk, hastalık, ölüm gibi hayatta karşımıza çıkabilecek acı verici, ancak elimizde olmayan durumları, bunlar sanki başımıza gelmiş gibi hayal etme egzersizleri yapıyordu. Kendine hakimiyet ise öfke, hırs, kıskançlık, nefret gibi zihinsel durumlara dikkat ederek bunların etkisinden kurtulabilmek için küçük adımlar atma yoluyla alışkanlıklar geliştirmeyi gerektiriyordu (Hadot 1995, s. 85).
Stoiklerin uyguladığı tinsel egzersizlerden biri, salt eylemlerimizle değiştiremeyeceğimiz için kayıtsız kalmamız gereken şeyleri, tüm değer yargılarından soyutlayarak, tarafsız bir gözle görmek ve tanımlamak, bu tanımlamaları yazılı olarak ifade etmekti. Hadot Marcus Aurelius’un meditasyonlar adlı eserinden bazı bölümlerin böyle bir egzersizin ürünü olduğunu söylüyor (Hadot 1995, s. 14-15).
Antik filozofların diğer uygulamaları, bir konuya yoğunlaşarak derin düşünme, kendi kendine diyalog, bilincin incelenmesi, dünyanın yukarıdan görünümünü gözünde canlandırma gibi hayalde canlandırma egzersizleri ve kişinin gündelik hayattaki davranışlarını ve hareketlerini düzenlemeye yönelik uygulamalardı.

Tinsel Egzersizler, Makinadaki Hayalet ve Doğu Öğretileri

Pierre Hadot’nun incelediği “tinsel egzersizler”, genel olarak değerlendirildiğinde, ağırlıklı olarak düşünsel ya da entellektüel egzersizler olarak görülebilir. Hinduizm, Budizm, Taoizm gibi öğretilerde de hayalde canlandırma ve derinlemesine analitik düşünmeye ilişkin benzer egzersizlere (meditasyonlara) rastlıyoruz. Ancak çok önemli bir farklılık, Batı tarzı tinsel egzersizlerin, Antik Yunandan beri sürdürülen anlayışa göre zihinden ya da ruhtan ve onlara ait olan (düşünme, duygulanma gibi) tinsel etkinliklerden kesinlikle ayrı tutulan bedenselliği dikkate almamasıdır. Bedeni beş duyumuzla algılayabildiğimiz, ölümlü, maddi bir varlık olarak tanımlayan ve ölümsüz, maddi gerçekliği aşmaya yetkin olan ruhtan ya da zihinden ayrı ve hatta ona karşıt bir varlık alanı olarak tanımlayan anlayış, Antik Yunan felsefesinden başlayarak Batı felsefesinde egemen olmuştur. Örneğin Stoacılara göre, bu şekilde tanımlanan bedensellik, salt bireysel irademize bağlı değildir, bu yüzden tümüyle kontrolümüz altında olamaz. Descartes’te karşımıza çıkan “Kartezyen” ikici anlayış da, insan varlığını adeta duyarsız ve değersiz bir makina olan beden ve onun içinde bir noktaya sığınmış bir ruh ikiliği içinde, yani Gilbert Ryle'ın “Concept of Mind” (1949) adlı kitabında yaptığı tanımlamayla “makinadaki hayalet” olarak şematize ediyor. Bu düşünce tarzı, yukarıda belirtilen şekilde tanımlanan bedenselliğe kayıtsız kalmayı ya da daha az değer yüklemeyi gerektiriyor.
İkici (dualist, sanskritçe dvaita) olmayan Hindu, Taoist ya da Budist öğretilerde ise, beden ve ruh gibi kesin çizgilerle ayrılan iki ayrı/karşıt varlık alanı tanımlanmaz. İnsan varlığı çok katmanlı ve farklı katmanların iç içe geçtiği bir bütündür. İnsan bedeni, çakra adı verilen belirli “enerji” (Sanskritçe prana, Çince chi, Tibetçe lung) merkezleri içerir. Prana ya da chi’nin niteliğini ve çakralarda dolaşımını belirli uygulama yöntemlerini öğrenerek irademizle kontrol edebiliriz. Bu kontrol etme yetisi sayesinde düşünce, duygu durumlarımızı ve giderek kişiliğimiz haline gelmiş öfke, heyecan, hırs ve kaygıya ilişkin yapılanmalarımızı değiştirebiliriz. Söz konusu uygulama yöntemleri, belirli bedensel duruşları ya da hareketleri, belirli bir şekilde nefes alıp vermeyi ve sesli egzersizleri (mantralar) içerir. Antik felsefe okullarında bunlara benzer yöntemlere ilişkin kayıtlara rastlamıyoruz. Stoacıların, Hristiyanların ve benzer anlayışların “bedensellik” kategorisi altında kayıtsız kalmayı ve giderek zorla baskılamayı ve gözardı etmeyi öngördüğü insan varlığının bir kısmı, yakın zamanlara kadar Batı felsefesinde ya da tinselliğinde tam olarak karşılığını bulamamıştır.
Bedenselliğin Batı felsefesinde dolaylı olarak konu edildiği alan etikten ibarettir ve burada erdemli – erdemsiz, yapılması – yapılmaması gereken davranışlar üzerine oluşturulan geniş bir literatürle karşı karşıyayız. Ancak etiğin hayata yansıması, filozofların ve öğrencilerinin düşündükleri gibi yaşaması ne kadar mümkün olmuştur? Antik Yunan filozoflarında, düşündüğü gibi yaşamaya ve felsefeyi yaşama sanatını öğrenme olarak tanımlamaya yönelik eğilim, Hadot’nun da söylediği gibi Kilisenin ortaya çıkışından sonra yavaş yavaş kaybolmuş ve günümüze kadar, felsefe bir tefsir etkinliği (exegesis), skolastik bir çalışma haline gelmiş, yaşama sanatıyla okullarda öğretilen sözde “bilgelik” arasındaki uçurum giderek büyümüştür.. Bugün laik eğitim sistemi yerleşmiş olsa da üniversitelerdeki felsefe eğitimi hala “tefsir”den yani otorite olarak kabul edilen filozofların eserleri üzerine yapılan yorumlar ve açıklamalardan oluşan karakterini hala koruyor. Vaaz vermek uygulamadan, söylem eylemden daha önemli. Bu durumun ortaya çıkmasında Batı felsefesindeki zihin-madde (beden) ayrımına ilişkin ikici anlayışın rol oynadığını söyleyebiliriz.




Kaynakça
1- The Encyclopedia of Eastern Philosophy and Religion, ed. Stephan Schuhmacher, Gert Woerner, Shambhala Boston, 1989 s. 130-131, 429
2- Philosophy as a way of life: spiritual exercises from Socrates to Foucault
 Yazar: Pierre Hadot,Arnold Ira Davidson Blackwell Publishing, 1995.
3- http://en.wikipedia.org/wiki/Pierre_Hadot
4- The Project Gutenberg EBook of Thoughts of Marcus Aurelius Antoninus
by Marcus Aurelius Antoninus, Translator: George Long

14 Kasım 2011 Pazartesi

ÖZGÜR İRADEYLE BAĞLANILAN BUDİZMİN ON DÖRT İLKESİ (*)

Yazan: Thich Nhat Hanh (Interbeing – Varlıklararası adlı kitaptan)
 1 Hiç bir doktrin, teori ya da ideolojiyi, Budist olanları bile, tapınırcasına benimsemeyin ya da bunlara fanatikçe bağlanmayın. Budist düşünce sistemleri yol gösterici araçlardır, mutlak gerçekler değildir.
 2 Şu anda sahip olduğunuz bilginin değişmez, sonsuz gerçekler olduğunu sanmayın. Dar görüşlü olmaktan ve şimdi sahip olduğunuz fikirlere aşırı derecede bağlanmaktan kaçının. Başkalarının görüşlerini anlamaya açık olabilmek için fikirlere aşırı bağlılık geliştirmemeyi öğrenin ve uygulayın. Gerçek, sadece kavramsal bilgide değil, yaşamın kendisinde bulunur. Tüm hayatınız boyunca öğrenmeye hazır olun ve her zaman hem kendinizde hem de dünyada gerçekliği gözleyin.
3 Çocuklar da dahil olmak üzere hiç kimseyi, otorite, tehtid, para, propaganda hatta eğitim gibi herhangi bir yolla fikirlerinizi kabullenmeye zorlamayın. Ancak anlayış içeren diyalog yoluyla başkalarının fanatizm ve dar görüşlülükten vazgeçmelerine yardımcı olun.
4 Acıdan kaçınmayın ya da başkalarının acı çekmesi karşısında gözlerinizi kapatmayın. Dünyadaki hayat içinde acının varlığının farkında olun. Acı çekenlerle kişisel bağlantı, ziyaret, görüntü ve ses aracılığıyla yanyana olmak için yollar bulun. Bu yollarla başkalarına ve kendinize dünyadaki acı çekme gerçeğini kavramak için yardımcı olun.
5 Milyonlarca kişi açken servet biriktirmeyin. Ün, kazanç, zenginlik ve duyusal zevkleri hayatınızın amacı haline getirmeyin. Sade yaşayın ve zaman, enerji ve maddi kaynaklarınızı ihtiyacı olanlarla paylaşın.
6 Öfke ve nefreti güçlendirmeyin. Bu duygular daha henüz bilincinizde tohumlar halindeyken farkına varıp onları dönüştürmeyi öğrenin. Bunlar ortaya çıkar çıkmaz, dikkatinizi nefes alıp verişinize yöneltip nefretinizin aslını anlamaya çalışın.
7 Kendinizi zihinsel dağınıklığa ve çevrenizdeki etkilere kaptırmayın. İçinde bulunduğunuz anda olanlara geri dönmek için bilinçli nefes alıp verin. İçinizde ve çevrenizde olağanüstü, yenileyici, şifa verici bulduğunuz şeylerle temas halinde olun. Bilincinizin derinliklerindeki değişimi kolaylaştırmak için, içinize neşe, barış ve anlayış tohumları ekin.
8 Çatışma yaratacak ve insanların birlikteliğini bozacak sözler söylemeyin. Tüm çatışmalarda, çatışma küçük bile olsa arabulucu ve çözümleyici olmak için elinizden geleni yapın.
9 Kişisel yarar sağlama ya da insanları etkileme amacıyla yalan söylemeyin. Bölünme ve nefret yaratacak sözler sarfetmeyin. Doğruluğundan emin olmadığınız haberleri yaymayın. Emin olmadığınız konular hakkında kusur bulucu ve suçlayıcı yargılara varmayın. Her zaman gerçeğe uygun ve yapıcı şekilde konuşun. Adaletsizlik karşısında sesinizi yükseltme cesaretini taşıyın, böyle yaptığınızda güvenliğiniz teklikeye girse bile...
10 Budist topluluğu kişisel kazanç ya da kar elde etmek için kullanmayın ya da topluluğunuzu politik bir partiye dönüştürmeyin. Ancak bir dini topluluk, baskı ve adaletsizliğe karşı açık bir tavır almalı ve durumu partizan çatışmalara karışmadan değiştirmek için çaba göstermelidir.
11 Geçiminizi insanlara ve doğaya zarar verecek yollardan sağlamayın. Başkalarına yaşama şansı vermeyen şirketlere yatırım yapmayın. Sevecenlik ve anlayışa ilişkin idealinizi gerçekleştirebileceğiniz bir geçim kaynağı bulun.
12 Öldürmeyin. Başkalarının öldürmesine izin vermeyin. Yaşamı korumayı ve savaşı engellemyi sağlayacak olası her türlü yola başvurun.
13 Başkalarına ait olması gereken hiç birşeye sahip olmayın. Başkalarının mülkiyetine saygı duyun, ancak insanların ve dünyadaki diğer türlerin acısını kazanca dönüştürenlere izin vermeyin.
14 Bedeninizi ihmal etmeyin. Ona saygıyla bakmayı öğrenin. Bedeninizi sadece bir araç olarak görmeyin. Yaşamsal enerjilerinizi (cinsellik, nefes, manevi güç) Yolu kavramak için koruyun. Keşiş ya da rahibe olmayanlar bakımından: Cinsellik sevgi ve bağlılık olmadan ifade edilmemelidir. Cinselliğe dayalı ilişkilerde ileride ortaya çıkabilecek acı ve hoşnutsuzluğun farkında olun. Başkalarının mutluluğunu korumak için onların haklarına ve verdikleri sözlere saygı gösterin. Dünyaya yeni bir varlık getirmenin yüklediği sorumluluğun farkında olun. Yeni varlıklar getirdiğiniz dünya üzerine meditasyon yapın.

(*) “Özgür iradeyle bağlanılan” şeklinde çevirdiğimiz “engaged” kelimesi, “söz vermiş, sözleşmeyle yükümlülük altına girmiş” anlamında kullanılır. Fransızcada “angaje” olarak söylenilen kelime, belirli bir politik görüşe ya da partiye katılan entelektüellerin durumunu ifade ediyordu. Varoluşçu filozof Sartre insanın ancak “angaje” olarak, yani özgür iradesiyle belirli bir felsefi, politik görüşe bağlanarak özgürleşeceğini savunmuştır. Bu görüşte Nietzche’nin yaklaşımıyla söyleyecek olursak “birşeylerden özgür” olmak, değil, “birşeyler yapmaya, olmaya özgür” olmak sözkonusudur. Avrupalı aydınlanmacı düşünürlerin örgütlü din ve özgür iradeyi karşıt konumlara yerleştirmiş olmaları, günümüzde de etkilerini çok derinden hissettiğimiz bir yaklaşımdır. Tarihe baktığımızda, insanın özgür iradesini ipotek altına sokma tehlikesi bakımından pek çok dini örgütlenmenin ve manevi önderlerin olumlu sınav vermediğini görürüz. Bu konudaki çekincelerin ışığında Thich Nhat Hann, “Engaged Buddhism” kavramını ortaya atmıştır. Kaynak: http://viewonbuddhism.org/resources/14_precepts.html

12 Kasım 2011 Cumartesi

Thich Nhat Hanh

Thich Nhat Hanh bir şair, Zen ustası, ekoloji ve barış aktivistidir. Yaşayan Buddha, Yaşayan İsa, Barış olmak ve Her Adımda Barış dahil yetmiş beş kitap yazmış bir yazardır ve adı Martin Luther King, Jr. tarafından Nobel Barış Ödülü için önerilmiştir. Anavatanı olan Vietnam'dan sürgün edildiği 1966 yılından beri Güneybatı Fransa'da kurduğu meditasyon topluluğu olan Plum Village'da yaşamaktadır. Orada yazıyor, bahçeyle uğraşıyor ve yürüyüş meditasyonu çalışıyor. 1960'larda Vietnam'da Sosyal Hizmetler Gençlik Okulunu kurdu. Bu okul bombalanan köyleri yeniden inşa etti, okullar kurdu, sağlık merkezleri açtı, Vietnam Savaşında evsiz kalan ailelerin yeniden barınma olanağı bulmasına yardım etti. Thich Nhat Hann, savaşa karşı çıktı, savaşan taraflardan hiç birinin yanında yer almayan kesin bir tavırla, sadece savaş yüzünden acı çeken halka yardım etme amacına sadık kaldı. Sürgün olarak gittiği Fransa'da Birleşik Budist Kiliseyi kurdu. Zen ve Theraveda Budizminin geleneksel öğretileriyle Batı psikolojisini harmanlayarak meditasyon uygulamasına Batı kültürüne yakın bir tarz getirdi. Taiwanlı Zen ustası Cheng Yen'in İnsancıl Budizm akımına yakın bir anlayışla (sosyal bakımdan) Bağlanmış Budizm hareketini başlattı. Bu anlayış, sosyal, doğal ve kişisel alanda ortaya çıkan sorunlara ilgisiz kalmak yerine, sorunları çözmeye yönelik etkin çabada bulunmayı, meditasyon ve farkındalık uygulamalarını bütünleyen bir uygulama olarak kabul etmektedir. Mahayana Budizminin tüm duyarlı varlıklara şefkat besleme, onların acı çekmesine duyarsız kalmama anlayışı, bu şekilde uygulamaya geçirilmektedir. Aynı zamanda farkındalığı, aydınlanmayı, aydınlanmış zihne ulaşmayı, şimdi ve burada gerçekleşebilecek bir potansiyel olarak kabul etmek, bunu bir öte dünyaya, cennete, başka bir hayata ertelememek, yürümek, yemek yemek, nefes almak, temizlik yapmak gibi hayatımızın en basit, en sıradan görünen eylemlerinde bile aydınlanmışlığı yaşamak, Thich Nhat Hann'ın temel öğretilerini ve uygulamalarını oluşturur. "Neşeye Dönüşen Uzun Yol" Adlı kitabından bir kaç alıntı da söz konusu öğretiyi işlemektedir.

Şimdiki an
Buddha “Sen ve öğrencilerin nasıl çalışıyorsunuz?” sorusuna “Oturuyoruz, yürüyoruz, yemek yiyoruz,” diye cevap verdi. Soruyu soran kişi, “İyi ama efendim, herkes oturur, yürür ve yemek yer,” deyince, Buddha “Oturduğumuzda, oturduğumuzu biliyoruz. Yürürken, yürüdüğümüzü biliyoruz.” Yemek yerken, yemek yediğimizi biliyoruz.” dedi. Çoğu zaman geçmişte kaybolur ya da gelecekle ilgili düşüncelere kendimizi kaptırırız. Farkında olduğumuz ve şimdiki anla derinden ilişkiye geçtiğimiz zaman, olup bitene ilişkin anlayışımız derinleşir ve kabullenme, neşe, huzur ve sevgiyle dolarız.
Zor anlarda yürümek
1976’da açık denizde bir gemide mahsur kalan insanlara yardım etmek için Siam Körfezi’ne gittim. (1) Onları kurtarmak ve güvenli bir limana götürmek için üç gemi kiraladık. Halen denizdeyken, Singapurlu yetkililer ülkeyi terkedip gemilerde bulunan 700 kişiyi bırakmamı emrettiler. Saat gece ikiydi ve yirmi dört saat içinde gitmem gerekiyordu.
Bu zor anda huzur bulamazsam bir daha hiç bir zaman huzur bulamayacağımı biliyordum. Bu yüzden küçük odamda tüm gece boyunca yürüyüş meditasyonu çalışması yaptım. Saat altıda güneş yükselirken, birden bir çözüm buldum! Eğer paniğe kapılırsanız, ne yapacağınızı bilemezsiniz. Ancak nefes alma, gülümseme ve yürüyüş meditasyonu çalışması yaparsanız aklınıza bir çözüm gelebilir.

11 Kasım 2011 Cuma

Joanna Macy

Joanna Macy Hakkında
Joanna Macy Hakkında
Eko-filozof Joanna Macy, genel sistem teorisi, Budizm ve derin ekoloji alanlarında doktora derecesi almış bir akademisyendir. Barış, adalet ve ekoloji hareketlerinde saygın bir yeri olan Macy, elli yıldır aktivist ve akademisyen kimliğini birlikte yürütmektedir. “Yeniden Birleştiren Çalışma” adı altında yürüttüğü atölye çalışmalarının yaratıcısı ve eğitmeni olarak, kişisel ve toplumsal gelişme için çığır açan bir teorik altyapı ve aynı zamanda uygulama yöntemleri ortaya koymuştur.
Geniş bir alana yayılan çalışmaları nükleer çağın psikolojik ve spiritüel alandaki önemli konularını, ekolojik bilinç geliştirmeyi, Budist felsefe ve çağdaş bilim arasındaki verimli uyumu kapsamaktadır. Bu çalışmaların değişik boyutları, Nükleer Çağda Umutsuzluk ve Kişisel Güç, (New Society Publishers, 1983); Dharma ve Gelişim (Kumarian Press, 1985); Bir Dağ Gibi Düşünmek (John Seed, Pat Fleming, ve Arne Naessile birlikte; New Society Publishers, 1988; New Society/ New Catalyst, 2007); Budizmde ve Genel Sistem Teorisinde Karşılıklı Nedensellik (SUNY Press, 1991); Rilke'nin Saatler Kitabı (1996, 2005) ve Ölümlülüğe Övgü (2004) ( Anita Barrows'la birlikte, Riverhead); Hayata Dönüş: Hayatlarımızı ve Dünyamızı Yeniden Birleştiren Uygulamalar (Molly Young Brown'la birlikte, New Society Publishers, 1998); Joanna'nın anıları Genişleyen Halkalar başlığı altında (New Society, 2000); Aşık ve Benlik olarak Dünya (Parallax Press, 2007), Rilke ile Bir Yıl, (Anita Barrows'la birlikte, Harper One, 2009); Sen de Birine Anlat: Dünyayı Değiştirebilecek Beş Öykü (Norbert Gahbler'la birlikte, Parallax Press, 2010).
Dünyada binlerce insan Joanna'nın atölye ve eğitimlerine katılmıştır. “Yeniden Birleştiren Çalışma” olarak bilinen grup yöntemleri okullarda, kiliselerde, sivil toplum örgütlerinde benimsenmiş ve uygulanmıştır. Çalışmaları, insanlara “Endüstriyel Büyümeye Dayalı Toplum”un yolaçtığı devasa sosyal ve ekolojik krizler karşısında umutsuzluğu ve duygusal tükenmişliği yapıcılık ve işbirliği çerçevesinde eyleme dönüştürmeleri için yardımcı olmaktadır. Dünyayı yaşayan bedenimizin genişleyen bir uzantısı olarak yeni bir gözle görmeyi, şimdiki zamanda dünya üzerindeki yaşamın sürmesini tehlikeye düşüren varsayım ve tutumlardan kurtulmamızı sağlayacak yollar önermektedir. Joanna Kuzey ve Güney Amerika'da, Avrupa, Asya ve Avustralya'da ders vermeye, atölye ve eğitim çalışmaları yapmaya devam etmektedir. Çocukları ve torunlarıyla Berkeley, California'da yaşamaktadır.
Değer Bilmekle Başlayın
Joanna bizi, “yeniden birleştiren çalışmanın sarmalı” olarak adlandırdığı bir kavramla tanıştırıyor: Varlığımızı açabileceğimiz bir içsel gücümüz varsa bu açılmanın ilk adımı ne olabilir? Joanna için ilk adım değer bilmektir. Güneşin sıcaklığı, sokakta oynayan çocukların gülüşleri gibi basit görünen şeylerin bile değerini bilmek... Dünyada umutları tüketircesine yanlış giden her şeye karşın, varolabildiğimiz için hayranlık duymak ve bunun değerinin farkına varmak mümkündür. İlk bakışta değer bilmek için olumlu bir olayın varlığı gerekliymiş gibi görünse de, Joanna dış koşullara bağlı olmayan daha derindeki değer bime duygusuna dikat çekmektedir. Sürekli “yeterince iyi olmadığımızı” ve sadece belirli bir ürünü satın alarak durumumuzu düzeltebileceğimizi söyleyen yoğun ve saptırıcı mesajlarla bombardımana tutulmaktayız. Değer bilme uygulaması, Joanna'ya göre tüketim toplumunun “Alışveriş yapıyorum, öyleyse varım” dogmasını inkar eden devrimci bir eylemdir. Bu dogma iki mutsuzluk verici etkiye yol açmaktadır: dünyayı çöple doldurmakta ve bizi kendi iç dünyamızdan, duygularımızdan ve duyarlılığımızdan uzaklaştırmaktdır. Hayatın dostluk, meditasyon, doğaya yakınlık gibi geliştirilebilen ve değeri anlaşılabilen ancak satın alınamayan boyutları vardır.
Joanna duyduğumuz acı ve hoşnutsuzluğu dönüştürücü bir şekilde yeniden tanımlamaya davet ediyor. Öfkeniz, adalete duyduğunuz sevgiden kaynaklanıyor, diyor. Adalete duyduğunuz sevgiyi onurlandırın ve yeniden onaylayın! Hissettiğiniz güçsüzlük duygusunun verdiği üzüntü, herkes için beslediğiniz sevgiden kaynaklanıyor. Üzüntünüzü onurlandırın ve sevginizi yeniden onaylayın! Bu aşamalardan sonra gerçeğe başka bir gözle bakma ve ilerleme aşamaları geliyor ve sarmal tamamlanıyor.
Yeniden Birleştiren Çalışmanın Sarmalı
Dünya için hissettiğimiz acıyla doğrulanan içsel varlığımız, her şeye başka bir gözle bakmamıza yardımcı olur. Kim olduğumuzu, evrenle ve birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzu anlamamız için yepyeni bakış açıları sunar. Değiştirmek ve iyileştirmek için sahip olduğumuz gücü anlamaya başlarız. Geçmiş ve gelecek kuşaklarla ve kardeş türlerle yaşayan bağlar geliştirerek güçleniriz.
Sonra tekrar tekrar, bizi çağıran eyleme koşarız. Ne zaman ve nerede mümkünse, bir hedef belirler, plan yapar ve yola koyuluruz. Kusursuz bir tasarım ya da plan yapmayı beklemeyiz, çünkü attığımız her adım yeni bakış açıları ve fırsatlar yaratan öğretmenlerimiz olacaktır. Belirli bir denemede başarılı olamazsak, bulduğumuz deneme ve ders çıkarma fırsatının değerini biliriz. Ve sarmal yeniden başlar. Dünyada bir şeyler yapmak istiyorsak, yüzleşmemiz gereken zorluklar var. Değer bilmek, içten olduğunda gözlerimizi gerçeklere kapatmaz. Tam tersine, yıkım ve trajedi karşısında, özellikle de korktuğumuzda, bir zemin bulmamıza yardım eder. Yapacağımız işler karşısında sakin kalmamızı sağlar.
Bir aktivistin içsel yolculuğu bana birbirini besleyen, birbiriyle bağlantılı dört ardışık aşamadan oluşan bir sarmal gibi görünüyor. Bu dört aşama:
1. değer bilmeye açık olmak,
2. dünya için duyduğumuz acıyı sahiplenmek,
3. yeni bir gözle görmek,
4. ilerlemek.
Aşamalar tıpkı sarmalın dönüşü gibi, sürekli kendilerini tekrarlar ancak sürekli yeni şekillerde. Sarmalın doğası parçalıdır: bir hayat süresini ya da bir tasarıyı ifade edebilir. Aynı zamanda bir gün içinde ya da günde bir kaç defa olabilir. Sarmal değer bilmekle başlar, çünkü bu hiç durmayan çılgınca işleyen zihni sakinleştirir ve onu kaynağına döndürür. Bizi duygudaşlık ve kişisel gücümüzle yeniden birleştirir. Dünyamızda şimdiki anda varolmamıza yardım eder. Ayakları yere basan bir varoluş, dünyamız için taşıdığımız acıyı kabul etmemiz için için gereken psişik açıklığı sağlar.
Bu acıya sahip çıkarak ve deneyimlemeye cesaret ederek, – duygudaşlığın (compassion) asıl anlamı olan – bir başkasıyla birlikte acı çekme kapasitemizi öğrenmiş oluruz. Kalp-zihnimizin enginliğini bilmeye başlarız, bu da korkunun ötesine geçmemize yardımcı olur. Kendi içimizde üzüntüyle bizi dış dünyadan yalıtan şey, dışa açılarak. dünyamızı sevgiliye ve kendimizle bir olan bir varlığa dönüştürerek genişlememize yardım eder.
Kaynaklar: joannamacy.net
Joanna Macy: The Work That Reconnects - Dennis Rivers

9 Kasım 2011 Çarşamba

EVRENİN GÖRSEL MÜZİĞİ: EBRU

Ebru geleneksel kitap sanatlarındandır. Kitap sanatları, el yazması kitap üretiminde yeri olan, ciltçilik, hat, tezhip, minyatür ve ebru sanatlarının genel başlığıdır. Ebru sözcüğüne köken olarak bulut anlamına gelen ve Farsça bir kelime olan "ebr" sözcüğü gösterilmektedir. Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle beraber bu sanatın Asya ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu düşünülmektedir. Bazı İran kaynaklarında Hindistan'da ortaya çıktığı yazılıdır. Bazı kaynaklara göre de Türkistan'daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar'a geçmiştir.



Avrupa'da ebru “mermer kağıdı” olarak adlandırılmaktadır. Kitre adı verilen koyulaştırıcı bir madde ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılmış, suyla ezilmiş boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana getirilen şekillerin bir kağıda geçirilmesi yoluyla yapılır.
Ebru sanatçılarından Necmeddin Okyay bilinen son geleneksel ebru sanatçılarındandır. Kendisi ebruyu Şeyh Hezarfen Edhem Efendi’den öğrenmiştir. Edhem Efendi, o günlerde ebru sanatını sürdüren tek ustaydı. Necmeddin Okyay bildiklerini Niyazi Sayın, Ali Alpaslan, Uğur Derman, oğlu Sacid Okyay ve yeğeni Mustafa Düzgünman'a aktardı. Günümüzde de Fuat Başar, Alparslan Babaoğlu, Hikmet Barutçugil, Salih Elhan ve Sevim Sağdıç ebru sanatında tanınmış isimlerdir.
Ebru, kimlerince sadece dekoratif amaçlı görsel ürünler yaratmaya yönelik sanılıyor. Geçmişte bu şekilde kullanıldığı doğrudur, kitap ciltlemede, cilt kapağının iç kısmına yerleştirilerek ya da el yazması ve hat sanatı eserlerinin arkaplanında kullanım alanı bulmuştur. Ancak ebrunun dekoratif amaçlı bir zanaat olması sadece görünürdeki yönüdür.
Aslında ebrunun resim ve heykel gibi plastik sanatlardan çok müziğe yakın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü sözkonusu plastik sanatlara kıyasla daha soyut anlatım olanaklarına sahiptir.
Ebru teknesi tıpkı içinde varolduğumuz yaşam ya da evren gibi durağan değildir. Ebru çok sayıda belirleyici etkilere tepki verir. Evreni isteklerimize uygun şekilde biçimlendiremeyeceğimiz gibi, ebru teknesine de her istediğimizi yaptıramayız. Ancak onunla uyumlu çalışmayı öğrenirsek ebru sanatında ilerleyebiliriz. Evren ya da kosmosu gözleyen bilim insanlarının yayınladığı fotografların bazılarında ebru teknesinde elde ettiğimiz görüntülerin benzerlerine rastlamamız tesadüf değildir.
Yaşamda bazı amaçlara ulaşmak için hırsla uğraş verirsek ve kendimizi bu sadece amaçlarla tanımlar ve onların kölesi haline getirirsek, genellikle başarısız olur ya da kendimize veya başkalarına zarar veririz. Ebru teknesinin başına geçtiğimizde gündelik yaşayışımızda da karşılaştığımız sorunların benzerleriyle karşılaşırız. Sanatı öğrenmek, yaşarken ihtiyaç duyduğumuz becerileri öğrenmeye benzer, aynı güçlüklerle karşı karşıya geliriz. Belirli teknikleri en iyi şekilde uygulamayı amaçlarken, kimi zaman bocalarız. Ebru öğrenmeye yeni başlayan birisi, teknedeki boyalara biçim verirken kendi arzusuna kesinlikle uygun bir biçim verme fikriyle ve herkesin beğeneceği bir iş çıkarma kaygısıyla hareket eder. İstediğini elde edemeyince başarısızlık duygusuyla hırs ve öfkeye kapılabilir. Arzulu ve çıkarcı zihin yapısını güçlendiren yaygın eğitim ve öğretim hayatımızda bize edindirilen kötü alışkanlıklardan kaynaklanan bu tutumu değiştiremezsek, ebru sanatında – ve/veya müzik, dans gibi diğer sanatlarda da gerçekten başarılı olmamız mümkün olmaz. Arzulu ve çıkarcı zihniyete sahip olanlar hiç bir zaman iyi bir sanat öğrencisi olmaya uygun değildir.

Ebru teknesinde üzerinde çalıştığımız materyal, kitre adı verilen bitkisel bir maddeyle karıştırılmış sudur. Suyun duygusal ve zihinsel titreşimlerimizden nasıl etkilendiği ve bunu nasıl yansıttığı üzerine bilimsel araştırmalar yapılmış ve öfke, gerilim gibi olumsuz duygularla, neşe, coşku, muhabbet gibi olumlu duygulara aynı tepkiyi vermediği ortaya konmuştur. Ebruya olumsuz duygularla ve dağınık bir zihinle yaklaşırsak elde edeceğimiz sonuçlar da başarılı olmaz. Ancak sadece bir kaç saat için bile olsa tekneye ve yaptığımız ebruya odaklanırsak, ebruyla uğraşmanın zihinsel ve duygusal durumumuzu düzene soktuğunu görebiliriz. Odaklanmayı gerçekleştirebilmek için gerekirse müzikten ve meditasyon tekniklerinden yararlanmak da mümkündür. Bazı ebru sanatçıları tasavvuf müziği eşliğinde çalışırlar. Aslında zihnimizi ve duygularımızı olumlu yönde etkileyen her çeşit müzik ebru çalışmasında kullanılabilir.

KAYNAKLAR:
Türk Ebru Sanatı GÖZEN YAYINLARI Fuat Başar/ Yavuz Tiryaki
www.kalemguzeli.net
Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı – P Prof Dr. Ahmet Yüksel Özemre
Aşk Estetiği - Beşir Ayvazoğlu – Ötüken Neşriyat
Telif eserlerin yanısıra Zen Budizme ilişkin geleneksel kaynaklardan da yararlanılmıştır. Bu kaynakların bir derlemesi için: bkz. http://www.buddhanet.net/